KENE’yi SARS’acak şok anlar

Giden gidene..

Herkes gibi beni de bir tatil telaşı aldı.

Kaşıntılar başladı..

Yanlış anlamayın ama Türkiye'nin hatta Dünya'nın her tarafındaki sahillerinde kulaç atmış, kuma yatmış biri olarak son 4 yıldır hep karadeniz’e gidiyorum.

Dağları, yaylaları dolaşıyorum.

Akşam oldu. Eve gidiyorum. Eşim'e

- Eeee.. anlat bakalım. Ne zaman gidiyoruz..

- Nereye?

- Memlekete..

- Bu sene gidemeyiz.

- Niye?

- Eee.. görmüyon mu.. ortalığı kene kasıp kavuruyor. Sen gidersen git. Ben gelmiyorum.

- Yaa.. bırak bu boş lafları..

- Ölü sayısı 36 ya çıkmış ama

- Sen biliyormusun bu ülkede trafik kazasından ya da kanserden yılda kaç kişi ölüyor.

- !!..

- Ölü sayısı 36 ya çıkmışmış.. Alla.. Alla..

Sabah işteyim. Hani kene den korktuğumdan değil de, bilgi, bilgidir diye “ Ulaa.. ahada kene ısırdı. Bit kadar hayvan. Isırdığını nerden anlayacağız” deyip kene ısırması sonucunda belirtileri nelerdir diye şöyle bir bilgisayar da göz atıyorum.

“ Aaa!!.. pekte yabancı gelmiyor bana. “

Kene ısırmasından sonra halsizlik, iştahsızlık, ateş, baş ağrısı, kollarda ve bacaklarda şiddetli ağrı ile başlayabilir. Bulantı, kusma, karın ağrısı olabilir. diyor.

Şaşırıyorum!!. Ezberimde kalmış gibi.. Alla!!.. Alla!!.. Sanki bunları ben bi yerde tekrar okumuştum.

Hımm..

Sonradan hatırlıyorum.

Anlatayım..

Bakınız sene 2003 aylardan Şubat..

Çin, Guanzo'da her yıl düzenlenen Canton ihtisas fuarı için 2 ay önceden bir grup arkadaşlarla turizm firmasından 10 günlük anahtar teslimi, paket seyahat için yer ayırtıp, bütün rezervasyonları yaptırıp, parasınıda kredi kartından çektiriyoruz.

Fuar zamanına son 1 hafta kala, yerli, yabancı yazılı ve görsel medya da her ne hikmetse Çin'deki SARS ölüm vakaları birden patlıyorlar..

Bütün Dünya bu olaydan tırsıyor. Çin, acaip bir ekonomik dar boğaza giriyor. Düşünün adamların domatesleri bile tarlada kalıyor.

O günde tıpkı bu gün gibi, SARS ın bilgisayarda belirtilerine bakıyorum..

SARS, hastalığı, insanlarda ani başlayan yüksek ateş, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı, şiddetli halsizlik, eklem, kol, bacaklarda kaslarda ağrı, yorgunluk gibi ek olarak kuru öksürük, boğaz ağrısı, solunum sıkıntısı şeklinde kendini gösterir diye defalarca okuyorum..

Sars'ın belirtileri kuru öksürük, boğaz ağrısı ve solunum sıkıntısı nın dışında Kene ısırığı belirtileri ile hemen, hemen her şeyi aynı..

Çok ilginç!!..

Neyse efendim, grup'taki bütün arkadaşlarım canların tatlı olduğundan paraları paşa, paşa ödeyip seyehattan vaz geçiyorlar. Her ne kadar bizde uğraştıksa da parayı geri alamadığımızdan dırki, iki arkadaş inadına gitmeye karar veriyoruz.

Kumanyayı, konserveleri hazırlayıp, akşam Atatürk Havalimanı THY yollarından biletleri okeyletip valizleri uçağa veriyoruz. Uçağa doğru arkadaşım Özgür le şövalyeler gibi yürüyoruz. Tam uçak girişine geliyoruz ki..

1. ŞOKK..

Anaaaaa!!.. Ne görelim!!..

Bütün kontrol memurları, güvenlik, hostesler maskeli ve eldivenli. Uçağın etrafı, içi dışı sanki karantina da..


Özgür,

- Abi ben gelmiyorum.

- Niye??

- Abi görmüyormusun manzarayı.

- Yaa.. etme, eyleme Özgür buraya kadar geldik. Beni yalnız bırakma..

- Yok abi kusura bakma, ben dönüyorum.


- !!..

2. ŞOKK..

Gidiyor. Ve gerçekten arkasına bile bakmadan gidiyor. Öylece uçağın kapısında bir başıma yapayalnız kalıyorum..

Maskeli Hostes bana..

- Uçağımıza hoş geldiniz beyfendi..

- !!.. Valla etrafa, hele'de size bakınca pek hoş bulamadık yani!!..

- Haklısınız beyfendi. Buyurun maskeniz ve eldivenleriniz.


- !!..

Hostes'le göz göze geliyorum. Uzunca bir süre gidimmi, kalımmı tereddütlü göz işaretlerinden sonra arkada bekleyen Çin'linin homurtulardan kurtulmak için mecburen eldivenleri ve maskeyi takıp, şahadet getirerek “ Ya Allah, Bismillah “ deyip uçağa giriyorum.

Yerime oturuyorum. Sağa sola göz gezdirip konuşabileceğim birini arıyorum. O anda hostes yanıma geliyor.

- Afedersiniz beyfendi.. Lütfen kemerinizi bağlarmısınız?

- !!.. Hareketmi ediyoruz!!..

- Evet beyfendi.

- !!.. Eee.. başka yolcu yokmu?

- Hayır beyfendi maalesef bu kadar.


- !!. Ne dediniz??

- Maalesef yolcumuz bu kadar dedim.

- !!..

3. ŞOKK..

Koskoca 300 kişilik uçak'ta 30 kişi. Bunun zaten 25' i Çin'li.. Geriye kalan ben dahil sadece 5' i Türk.

Ne yalan söyleyim. Beni de iyice korkular almaya başlıyor. Geri dönecem, dönecemde uçak çoktan uçuş pistine yanaşıyor..

Salavat üstüne salavat getirerek Pekin e doğru havalanıyoruz. Tir, tir titreyerek kendi, kendime “ Ulaa.. olm , hadi öldün, öldün!!.. Ölmek bişe değilde 1, 5 milyar insanın içinde cenazeni kim bulacak!!.. Hadi buldular diyelim, nasıl geri getirecekler!!.. ” Oyy.. ooyydaa.. oy..

İlk tedbir olarak hemen uçak'taki diğer Türk'lerle tanışıp İzmir'li Mustafa ve Üsküdar'lı Turgay ile arkadaş oluyoruz. Birbirimize kendimizi emanet etmek için aramızda anlaşıp üçlü bir koalisyon kuruyoruz..

Uçak'taki son yemeğimizde Çin'de parasını batırmış diğer Tekstilci bir arkadaşın " bunları al, sana çok lazım olacak ve bana dua edeceksin" tavsiyesi üzere dönüşte geri bırakmak şartı ile THY nin birer adet çatalı ve kaşığı çantama atıyorum. O panik havasında 10 saatlik yolculuk sonucunda uzunca süre oturmaktan mıçımız tahta şekline girmiş biçimde Pekin hava alanına nihayet iniyoruz.

Maskeli ve eldivenli, şakın ördekler misali sabah saat sekiz suları havaalanında bizi karşılayacak rehberi yukardaki şekil 1 de göründüğü gibi bekliyoruz. Ancak bir gariplik var. Çin'liler bize bakıp, bakıp gülüyorlar. Her ne hikmetse bizimle durmadan resim çektirmek istiyorlar. İlk önce pek anlamıyoruz ama sonradan hiç kimsenin maske ve eldiven takmadığını fark edip, “ SARS, MARS abi'cim ben bu eldivenleri, maskeyi çöpe atıyorum” diyorum..

Vee..

10 günlük Çin, Pekin ardından Chendu muaceramız başlıyoooor.

***

Sağ'da görünen korkular içersindeki üç kurbanlık koyun gibi bekleyişin sonunda Türk bayan rehberimiz geliyor ve tanışıyoruz. Yolda araçla giderken rehbere...

- Hanımfendi ne kadar süredir bu ülkede yaşıyorsunuz?

- 5 yıldır.

- Yaa.. Allah aşkına lütfen bize doğrusunu söylermisiniz Çin’ deki Sars’ın durumu nedir?

- Valla burada halk arasında öyle bir panik havası yok. Dış basına bakarsanız oldukça ürkütücü tabi...

- Yani asparagas haber midir sizce?

- Bilemiyorum beyfendi. 150 kişi öldü diyorlar ama..

- 1, 5 milyar Çin’liden 150 kişi ha!..

- Son rakam şu anda bu daha da artarmı bilemem.

- Peki Çin ya da Çin’ liler hakkında iş görüşmesi ile ilgili bir tavsiyeniz var mı? Nasıl insanlardır?

- Birincisi; İlk dikkat edeceğiniz husus Çin'li işadamları kartvizit konusuna çok önem verirler. Eğer muhatabınızı etkilemek, tabiri caizse görüşmeye önde başlamak istiyorsanız kartvizitinizi iki elinizle tutarak saygılı bir şekilde gülümseyerek takdim edin. Size verdikleri kartviziti de iki elinizle alıp uzunca bir süre inceleyin. Eğer okumadan hemen cebinize ya da çantanıza atarsanız kuracağınız iş ilişkisi başlamadan biter.

Diyelim kartvizit takdimi aşamasını bitirdiniz ve muhataplarınızla konuşmaya başladınız. Dikkat etmeniz gereken Çinliler asla hayır demezler. Muhatabınız ‘belki’ya da ‘bakarız’ demişse bilin ki cevap hayırdır.

İkincisi; Çin’li üretici firmalarda, sadece ihracattan sorumlu kişiler İngilizce bilir. Fakat yeterli İngilizce bilen ve ne demek istediğinizi tam olarak anlayabilen Çin`li sayısı çok azdır. Anlıyor gibi görünseler de çoğu dediğinizi tam olarak anlamaz. Çin’lilerin genel kültürü nedeniyle, dediklerinizi anlamış gibi görünürler ve size de olumlu yanıt verdiklerini zannedersiniz. Tabi bu noktada siz de istediğimi kabul ettiler diye sakın sevinmeyin. Ancak bir süre sonra göreceksinizki aslında dediğinizi anlamamışlar, sadece anlar gibi görünmüşler dir. Buna çok dikkat edin. İyice anladıklarından emin olduktan sonra iş görüşmenizi bitirin.

Küçük bir şehir turundan sonra otelimize yerleşiyoruz. Akşam yemeği için kumanyalar açılıyor. Konservelerden barbunya açıyoruz. İzmirli Mustafa şaşkın, şaşkın!!..

- Eee abi!!..

- Noldu!!..

- Ne ile yiyeceğiz.

Hemen çantadan emanet aldığım çatal ile kaşığı çıkarıyorum. Kahkaha larla Mustafa'ya

- :) THY ile..

- Abi sen varya müthiş bir adamsın! Helal olsun sana! Allah senden razı olsun be...

- Bana değil tekstilciye dua edin siz.

Akşam yatıp sabah uçağı ile 2, 5 saatlik yolculuk sonunda ihitisas fuarının düzenlendiği Ülkenin kırsal bölgesi sayılan iç kesimlerinde Chendu şehrine inip, otelimize yerleşiyoruz.

Ertesi gün laci leri giyinip grand tuvalet fuar ın 2. günü standları geziyoruz.

Oooo bir iltifat bir iltifat anlatamam. Konu mankeni gibi hangi stantın önüne yaklaşırsak flaşlar ardı ardına patlıyor..

Çok ilginçtir, Yıllardır hep kendimi kısa boylu zanneden ben fuar boyunca sürekli yukardan bakıp kafamı eğerek konuşmak zorunda kalışım birden “ Uzun boylu olanların ahmak, kısa boylu olanlar ne kadar fitneci ve kurnaz" oldukları :) sözünü hatırlamama sebep olmuştur.

Yine yıllardır uluslar arası fuarlara katılırım bu kadar ilgiyi ilk kez gördüğümüzden bir hayli şaşkın halde nihayet standın birine oturup, bu kadar ilginin nedenini soruyoruz.

Sars'ın oluşturduğu panik nedeni ile uluslar arası düzenlenen Çin’deki bu fuara ilk kez bizden başka yabancı katılımın hiç olmadığını öğreniyoruz. Hakkaten fuar bitene kadar bizden başka yabancı ırk'ta görmüyoruz.

Kart vizitler veriliyor sıralı görüşmeler yapılıyor. Ancak bir taraftanda SARS ın bulaşıcı hastalık olduğunu bildiğimizden dirki fazla yakın temasa girmiyoruz. Bize yapılan her ikramı kibarca geri çeviyoruz..

8. günün sonunda fuar ve sabahları barbunya, akşamları sarma dan oluşan kumanyamızda maalesef bitiyor. Bir taraftan geri dönüş hazırlıkları yaparken, Üçümüz ilk ve son kez akşam yemeği için dışarı çıktığımızda otel'e yakın restuarant' a gidiyoruz.

İçeri giriyoruz. Bir anda masalarda oturan bütün Çin’li kafalar aniden bize çevriliyor. Mustafa’ya

- Hadi Mustafa sen gir bak bakalım mutfakta bizim yiyebileceğimiz bir şey varmı?

- Tamam abi siz oturun.

Masaya oturuyoruz. Ortasında kocaman delik bir masa. Tam biz Turgay'la koskoca deliğin neden masanın ortasına konduğunu hesap edip fikir yürütürken Mustafa geliyor..

- Abi be, maalesef bizim yiyebileceğimiz tavuktan başka bir şey yok. Ne dersiniz tavuk yiyelimmi?

- Yav Sars kanatlı hayvanlardan geçmiyormu?

- Doğru da abi.. yiyecek başka şey yok valla!!..

- Sars, Mars yiyelim, ne yapalım. Yoksa açlıktan öleceğiz.

- İyi o zaman hadi gelin bahçeden tavuğu seçelim.

- !!.. Nasi yani?

- Abi tavuklar bahçede seçiyorsun, adamlar hemen kesip, temizleyip getiriyorlarmış.

- !!..

- Eee.. hadi abi adam bekliyor.

- Yok biz gelmiyelim. Sen git birini seç. Haa.. dikkat et tavuklar kart olmasın. Piliç olsun..

Mustafa gidip geliyor.

- Ne yaptın Musti..

- Tavuk'lar tırt. Horoz aldım abi..

- İyi ettin, aferim.

Masanın üzerini dometes, patates, salata türü yeşilliklerle donatılıyor.. Sıcacık yemek yemenin sevinci ile hemen cebimden çatal ve kaşığı masanın üzerine iştahla koyuyorum.

Garsonun biri neye yarayacaksa çubukları önümüze bırakıyor. Diğer garson kocaman kazan gibi bir tencereyi masasın ortasındaki deliğe şaap diye oturtuyor. Altan piknik tüpüne benzer ocağa ateşi veriyor. Tencerenin içine kaynar suyu Şlaap diye boşaltıp, ardından sadece içi boşanmış tüylerinden arınmış seçtiğimiz horozu kafa sı bacakları üzerinde bir bütün olarak öylece kaynar tencerenin içine paat diye atıyor..

4. ŞOKK..

Üçümüzde şaşkın, şaşkın birbirimize bakıyoruz. Mustafa ya

- !!.. Ne lan bu Mustafa

- Yok abi ben tanıdım. Bu benim seçtiğim Horuz. Bakın ibibikleri var.

- Bizde görüyoruz ibibiklerinden horuz olduğunu olm.. Laa.. boğazlamışlar hayvanı, mundar etmişler.. Bak, bak, baksana gözleri hala açık ve dili'de yandan sarkmış.. Ben yemem bunu.

- Hımm.. Haklısın abi.. Eee... Ne yapacağız??..

- Hadi yiyin domatesleri, patatesleri kalkalım.

- Abi ben gidim kafasını ayaklarını kestirim hee. Kalanınında kaynatıp çorba niyetine suyunu içelim hiç olmassa..

- Olmaz olm hadi yiyin, yiyinde şunları kalkalım.

- Tuhh... Gördün... Gitti o güzelim horoz... ?=)(/&%+^’! Çin’lileri.. çık.. çık.. çık..

- Boş ver üzülme hadi, hadi kalkın.

Hesabı horozu dahil ödeyip kalkıyoruz. Sabaha kadar kırıntılarla idare edip erkenden kalkıp otelin kahvaltısında yumurta ve yeşil çay kahvaltı sonrası şöyle bir turlayalım gibisinden geziye çıkıyoruz. Güzel bir park bulup meşhur Çin çayı molası veriyoruz.

Yaşlı garson yanımıza geliyor. İşaretlerle anlaşıyoruz. Çay isteğimizi belirtiyoruz. Hemen önümüze içi yeşil ot dolu üç büyük kapaklı kupa fincan koyuyor. Gözü sürekli bizde olan elinde termos ile sıcak suyla dolaşan adam daha iki fırt çay çekmeden hemen kapağı açıp üzerine sıcak su ekliyor. Biz içtikçe o ekliyor.. Biz içtikçe o ekliyor.. Biz içtikçe o eklemeye devam ediyor.. En sonunda yok kardeşim daha ekleme, biz daha içmiyoruz, şiştik, patladık desekte adam ısrarla yine ekliyor.. En sonunda parasını ödeyip bardakları öyle dolu bir şekilde koşar adım bırakıp kaçıyoruz..

Kaçarken alış veriş merkezinin önündeki park halindeki bisikletlerden birine Mustafa'nın ayağın takılması sonucu binlerce bisikletin domino taşı gibi nasıl devrildiği, Mahçup halde Mustafa'nın her devrilen bisikleti nasıl tutmaya çalıştığını kahkahayla izlerken biraz morelimiz yerine geliyor.

Akşam olduğunda kaldığımız otelin önünde gündüzün yasak olan gece geç saatten sonra serbest olan mangalcıların gelmesini bekliyoruz. Bol soslu 5 er tane Bıldırcın ve patatesle son günümüzü geçirip Chendu dan gün ertesi Şangay'a geçiyoruz.

Kısa bir şehir turundan sonra hediyelik eşya almak için sokak kenarında, durduğu yerde hareket eden, şarkı söyleyen pilli bebeklerlerden pazarlık üstüne sıkı bir pazarlık yaparak tanesini 40 YTL ye alıp valizleri ağzına kadar dolduruyoruz.

Akşam Pekin havaalanına geçiyoruz. Aradan 10 gün geçtiği halde THY uçağına girerken yine bindiğimiz gibi aynı manzara ile karşılanıyoruz. Maskeli hostes..

- Hoş geldiniz.

- !!..

- Beyfendi buyrun maskeniz ve eldivenleriniz.

- İstemez kalsın.

- Ama kaptan pilotmuzun emri.

- Ver hadi.. Verr..

Artık bundan sonra neye yarayacaksa maskeleri ve eldivenleri takıp, Uçağın içerisi ve dışarısı dezenfekte edilip ilaçlandıktan sonra Salavat üstüne salavat getirerek havalanıyoruz. Ardından arkadaşlara dönüp;

- Ya arkadaşlar, biz Sars'a yakalanmak için, kendi elimizle ne gerekiyorsa onu yaptığımızın bilmem farkındamısınız?

- Niye?

- Nasıl niye?.. 2 gün boyunca kanatlı hayvan yedik yav.

- !!..

- Artık bundan böyle hiç bir şey düşünmeyin..

- Peki.. Ne düşünelim abi..

- Cenaze törenlerinizi düşünün bence..

- !!..

- Acaba sevdiklerimiz arkamızda ne konuşacaklar? Dimi Musti..

- Ben sana söyliyimmi abi.. " mok yoluna gittiler" diyecekler..

- Bakın size bir tavsiyede bulanayımmı?

- Evet abi..

- Bir haftası gitti. Geriye 2 haftamız daha var. Eğer Sars ın belirtileri olmaz'da, virüsü almamışsak, tıpkı bilgisayarlarda olduğu gibi hayatınıza yeniden bir format atın.

- !!..

- Tabi yaşadığımız bu şoklar harddiskinizi çökertmemişse..

- !!..

- Ulan kirece karşıda acaip allerjim var ha..

- Sorma abi ya benide çok hapşırtır.

10 saat'lik bir yolculuk sonunda THY' ye çatalı ve kaşığıda teslim edip Atatürk havalimanına akşam morelsiz bir şekilde iniyoruz.

Grup dağılıyor herkes evine yollanıyor.

Bu arada TV lerde hala Sars ile ilgili haberler yine dönmeye ölü ayısı artmaya devam ediyor. Yakın çevremiz hatta ailem ve çalışma arkadaşlarım bile Çin'e gittiğimiz bildiklerinden dolayı oldukça bana mesafeli davranmaya başlıyorlar. Kendimi tam bir karantinaya alınmış gibi hissederken, Allah'ım ya geceleri bile rüyamda kabuslar görmeye başlıyorum.

21 gün boyunca üçümüz birbirimizden durmadan telefonlaşıp haber alıyoruz.

- Aloo.. Mustafa, Turgay sizde bir değişiklik varmı leyn??

- Yok abi sende varmı?

- Bendede yok.

2 hafta sonrası birden, bende şiddetli kaşıntılar oluşmaya başlıyor. Ama ne kaşıntı.. Anlatamam.. Kaşıdığım yer kızarıyor. Kabarıyor. Yine bilgisayara bakıp Sars'ın belirtileri ile ilgili bilgilerimi güncelliyorum. Ama bende oluşan bu fizyolojik değişiklerin hiç birisine uygun bir tanı bulamıyorum. Ertesi gün arkadaşım rahmetli Dr. Harun'a gidiyorum.

- Hayırdır.

- Harun abi.. Çin’ e fuar'a gitmiştim. Son bir gündür acaip kaşınıyorum.

- Hadi yaa.. Çin'emi gittin sen!!..

- Evet abi niyeki?

- Hiçç.. Hiçç.. te, Soyun bir bakalım.

" Ulan nerden tokalaştım bu adamla " der gibi Harun bey benden git, gide mesafeyi açıyor. Uzaktan şöyle bir bakıp

5. ŞOKK geliyor..

- Hımm..

- Ne oldu abi..

- Sen uyuz olmuşsun..

- Ney!!..

- Uyuz olmuşsun. Uyuz..

- Teessüf ederim. Ayıp olmuyomu Harun abi ya..

- Yok yani uyuz'a yakalanmışsın.

- Hadi ya!!.. Gerçektenmi? Eee.. nerden kaptık bunu yav..

- Yattığın yataktan olabilir.. Senden önce uyuzlu biri yatmışsa sende kapabilirsin. Çarşafı değiştirmemişlerdir.

- Vay ?=)(/&%+^’! Çin’lileri.. Gördün.. O kadar da para verdiğimiz halde beni kirli çarşaf ta yatırmışlar..

Ertesi gün sabah Mustafa cepten arıyor.

- Abi ben Mustafa

- Evet Mustafa söyle..

- Abi bir değişiklik varmı sende??..

- Var abisi

- Neeeee!!..

- Sorma ya..

- !!.. hayırdır abi..

- Uyuz oldum.

- Ne uyuzu abi dalga geçme

- Ne dalgası olum gerçekten uyuz oldum.

- !!.. Vallamı !!..

Neyse efendim, bendeniz TV lerin bu kadar çok abartıp bütün Dünya'yı kaos'a sürüklediği zaman Çin’e gidip, geldim. Sars olmadım ama uyuz oldum..

Çin’li ile çok sıkı pazarlık edip Çocuklara 40 YTL ye aldığımız bin bir zahmetle getirdiğimiz oyuncakların aynısını 10 YTL ye yaşadığımız semtin mağazasında gördüm 6. ŞOKK u yaşadım..

Rehberin dikkat edin dediği her şeyi eksiksiz yerine getiren ben, sonraki zamanlarda Çin’li lerin konuştuklarımızdan gerçekten hiçbir şey anlamadıklarını demo olarak aldığımız cihazlardan yediğim kazığı gördükten sonra 7. ŞOKK u yaşadım..

Kısa tuttuğum bu tatil öyküsünden sonra akşam evde Eşim’e

- Gidiyormuyuz?

- Nereye?

- Memlekete

- Kene var kene..

- Lan yemişim kene'sini.. Ben SARS’ı atlatmış adamım. Hazırla valizleri hafta sonu çıkıyoruz. Çok, çok uyuz olur geliriz..


Önceki Sayfa

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu gün Haziran'ın on beşi

Artık nerde bir yıldız kaydığını görsem hep gözlerimi kapatırım

Elif dedim Be dedim